Sabah saat 08.00… Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle sınıfa giriyorum. Oysa içimde dalga dalga yayılan yorgunluk, gece boyunca bitiremediğim evraklar, kafamın bir köşesinde unutmadığım bir öğrencinin yüz ifadesi… Ama hiçbirini belli etmemem gerek.
Çünkü öğretmenlik, sadece bilgi aktarmak değil; kendi ruh hâlini de saklamayı, gerekirse yutmayı bilmek demek.
Görünmez Sırt Çantası
Her öğretmenin bir sırt çantası vardır; ama içindekiler ne defterdir ne kalem. O çantada öğrencisinin aile sorunları, sınav kaygısı, aç geldiği gün, teneffüste ağladığı anlar, öğretmenin göğsüne yaslanarak içini döktüğü cümleler vardır. O çanta görünmez ama gün geçtikçe ağırlaşır. Öğretmenin görünmeyen yükü tam da budur.
Kimse öğretmene “Sen nasılsın?” demez. Sınıfa giriyorsan iyisindir. Tahtada yazı yazıyorsan sağlıklısındır. Gülümseyebiliyorsan mutlaka mutlusundur.
Oysa her gün, kendi hayatlarımızı bir kenara bırakıp başkalarının çocuklarına ışık olmaya çalışıyoruz. Ve bazen kendi ışığımızı ne kadar kaybettiğimizi ancak karanlıkta fark ediyoruz.
Kendi İçimizdeki Yarıklar
Öğrencilerimizin hayatında iz bırakmak istiyoruz, evet. Ama bazen bu izleri bırakırken kendi içimizde derin yarıklar oluştuğunu unutuyoruz. Gece uyuyamıyoruz, “Bugün o çocuğun gözleri neden bu kadar dalgındı?” diye düşünüyoruz. Ya da eve gelip televizyon karşısında otururken bir öğrencinin sessizliğini, başka birinin "Ben yapamıyorum" deyişini hatırlayıp iç geçiriyoruz.
Ve sonra bir gün fark ediyoruz ki... Ruhumuz sınıfta kalmış.
Tahtada, öğrencinin defterinde, teneffüste tuttuğumuz o küçük ellerde, çözülememiş bir problemi anlatırken kurduğumuz cümlelerde... Öğretmenlik, büyük bir özveri. Ama en çok da kendi duygularını ikinci plana atma sanatı. Güçlü görünmek zorundayız. Hâlbuki bazen biz de yalnızız. Bazen biz de tükeniyoruz.
Adanmışlığın Gücü
Ama ne olursa olsun, sabah olur ve yine o sınıfın kapısından içeri gireriz. Çünkü biliyoruz: Belki de o gün, bir öğrencinin hayatını değiştirecek bir cümle kuracağız. Belki de bir çocuğun kalbinde açılan bir yaraya ilk merhemi biz süreceğiz. Belki sadece “Aferin” deyişimizle bir çocuğun özgüvenini yeniden inşa edeceğiz.
Evet, ruhumuzun bir parçası sınıfta kalıyor. Ama o parça, büyümeye devam ediyor. Öğrencilerin gözünde, kalbinde, hayatında… Ve bazen bir "Hocam, iyi ki varsınız" demeleri yetiyor. O görünmeyen yük bir anlığına hafifliyor.
Ama yine de… Sınıfta kalan ruhumla öğretmenlik yapmaya devam ediyorum. Çünkü bu bir meslek değil, bir adanmışlık.
