Ve biz bu sürekli pozitif, kusursuz görünen kareleri izledikçe kendi hayatımızı sorgulamaya başlıyoruz.
“Ben neden böyle hissetmiyorum?”,
“Ben neden onlar kadar mutlu değilim?”,
“Benim de arkadaşlarım olmalıydı, ama neden bu kadar yalnız hissediyorum?”
Bu kıyaslama hali, fark etmeden bizi mükemmeliyetçilik tuzağına sürüklüyor. Hayatımızın her anı anlamlı, verimli, ‘paylaşılabilir’ olmalıymış gibi hissediyoruz.
Gerçek duygularımızı bastırıp, görünmek istediğimiz kişiye dönüşüyoruz.Ama gerçek şu ki; herkes zaman zaman yalnız hisseder. Herkesin hayatında zor anlar, mutsuzluklar, belirsizlikler vardır. Ve hiçbirimiz sürekli mutlu, üretken ya da sosyal olmak zorunda değiliz.
Unutmayalım: Sosyal medyada gördüğümüz hayatlar, bir “seçim”in sonucu. Kamera açılmadan önce neler yaşandığını bilmiyoruz. Filtrelerin ardında kalan gerçek duyguları göremiyoruz.Bu yüzden bazen durmak, ekrandan uzaklaşmak, kendimize dönmek en doğrusu olabilir.
Gerçek bağlantılar kurmak, hissettiğimiz duygularla barışmak, kusursuz değil ama “gerçek” bir hayat yaşamak...
Belki de en çok buna ihtiyacımız var.
