Herkesin güçlü görünmeye çalıştığı bir çağda, duygularını saklamadan var olabilmek en cesur eylem olabilir. Çünkü kırılganlık, zayıflık değil; insan kalabilmenin en saf hâlidir.
Hep güçlü görünmemiz bekleniyor, değil mi? Sanki dünya, duygularını saklayabilenlere biraz daha sabır, biraz daha saygı veriyor. “Ağlama”, “dayan”, “boş ver”, “önüne bak” — çocukluktan beri kulağımıza yerleşen cümleler bunlar. Belki iyi niyetle söylendiler ama bize şunu da öğrettiler: Zayıflık göstermemek, hayatta kalmanın şartıdır.
Oysa kırılganlık, zayıflık değil. Tam tersine, insanın kendine en çok güvendiği andır. Birine “kırıldım” diyebilmek, “yorgunum” diyebilmek, “bunu kaldıramıyorum” diyebilmek — bunların hepsi güç ister. Çünkü o an maskesizsin. Savunmasız, ama gerçeksin.
Belki de bizi birbirimize en çok yaklaştıran şey kusursuzluk değil, paylaştığımız kırıklıklardır. Birinin gözlerinde kendi yorgunluğunu görmek, içten bir “anlıyorum” duymak… İşte o an, güçlü olmanın tanımı değişir. Çünkü artık savaşmak yerine sarılabiliyorsundur.
Kırılganlık, hayatın seni yontmasına izin vermektir ama taşlaşmadan. Bazen ağlamak, bazen susmak, bazen de hiçbir şey yapmadan sadece hissetmektir. Ve evet, bazen “iyi görünmemen” de gayet iyidir. Çünkü iyileşmek, görünmez bir süreçtir; aceleye gelmez.
Gerçek güç, duygularını bastırmadan yaşayabilmekte gizlidir. Kırıldığın yerden yeniden yeşerebilmektir. Ve bazen bir gözyaşı, bin cümleden daha çok şey anlatır.
Kırılgan ol, çünkü insan olmanın en dürüst hâli orada saklı. Dünya sertleştikçe, yumuşak kalabilmek en büyük cesaret.
Siz en son ne zaman kendinize “İyi değilim ama geçecek” deme cesaretini gösterdiniz? Galiba ben duygusal olarak çok da güçlü olmadığım bir dönemdeyim; hem yazıp hem de kurban mı oldum?
