Bugünün dünyasında kariyer, artık bir tercih değil; adeta bir kimlik kartı. İnsanlara kendimizi tanıtırken bile önce mesleğimizi söylüyoruz. Sanki ne olduğumuzu değil, ne iş yaptığımızı anlatınca tamamlanmış oluyoruz. Ve tam bu noktada başlıyor baskı:
“Başarılı olmalısın.”
Başarı… İçini herkesin dilediği gibi doldurabildiği elastik bir kelime.
Ama nedense hep aynı formülle ölçülüyor:
Daha iyi bir pozisyon, daha iyi bir maaş, daha iyi bir ofis.
İlginçtir, “daha iyi bir hayat” kısmı arada kaynıyor.
Kariyer merdivenine çık diyorlar. Ama kimse merdivenin bir sonu olmadığını söylemiyor.
Bir basamak çıkınca hemen bir yenisi beliriyor.
Yükseldikçe manzara güzelleşmiyor, sadece yük artıyor.
Toplantılar kalabalık, odalar dar.
CV’ler uzuyor, nefesler kısalıyor.
“Daha fazlası”nın peşinde koşarken “daha azı”na sahip olduğumuzu fark etmiyoruz:
Daha az uyku, daha az huzur, daha az kendimiz…
En tehlikelisi de şu:
Çevremiz bize kariyeri bir yarış gibi sunuyor.
Sanki yavaşlayan kaybeder, dinlenen geride kalır, mola veren düşer.
Oysa hayatta bazen durmak, ilerlemenin en güçlü hâlidir.
Kimse söylemiyor ama söyleyelim:
Bazen terfi etmek değil, kendini keşfetmek başarıdır.
Bazen ofis değiştirmek değil, bakış açısı değiştirmektir esas gelişim.
Ve bazen, “Ben bunu yapmak istemiyorum” diyebilmek en cesur kariyer adımıdır.
Kariyer baskısından kurtulmanın yolu belki de çok basit bir sorudan geçiyor:
“Ben bu yolda koşuyor muyum, yoksa sürükleniyor muyum?”
Hayat bir merdiven değil.
Bazen bir patika, bazen bir kavşak, bazen bir balkon…
Ve bazen de durup nefes alma yeri.
Kariyer hedeflerimiz olsun, elbette.
Ama hayat hedeflerimizi ezmesin.

