Bir zamanlar aile, düzenin, huzurun ve dayanışmanın merkezindeydi. Her bireyin bir rolü vardı; baba koruyup kollayan, anne sevgiyle yoğuran, çocuk ise bu sevgi ortamında büyüyen bir emanetti. Roller netti, dengeler yerindeydi. Fakat zamanla “özgürlük” ve “eşitlik” kavramları doğru anlaşılmadan, ölçüsüzce hayatımıza girdi. Bugün aile içindeki roller değiştikçe, dengeler de bozuldu.
Eskiden babalar evin direği, annelerse evin kalbiydi. Şimdi ise direk başka yana eğilmiş, kalp başka ritimde atıyor. Kadın, “ben de çalışmalıyım” diyerek iş hayatına adım atarken; erkek, “ben de artık yoruldum” diyerek geri çekildi. Çocuklar ise bu sessiz savaşın ortasında, yönsüz ve güvensiz kaldı. Ne tam bir otorite gördüler, ne de tam bir şefkat...
Elbette kadın çalışmasın, üretmesin demek değil bu. Ancak ailede rollerin tamamen yer değiştirmesi, fıtrata ters düşüyor. Çünkü aile sadece ekonomik bir birliktelik değildir; duygusal, ruhsal ve ahlaki bir bütündür. Maddi kazanç uğruna manevi bağlar zayıfladığında, evin duvarları bile soğur.
Bugün boşanmaların, aile içi çatışmaların, çocuklarda kimlik bunalımlarının artmasının sebebi, işte bu rol karmaşasıdır. Herkes her şeyi yapabilir sanıyor ama aslında kimse kendi yerinde durmuyor. Kadın hem anne hem baba olmaya çalışıyor, erkek hem otoriteyi hem ilgiyi kaybediyor.
Oysa çözüm basit: Herkes kendi rolünü yeniden hatırlamalı. Aile bir yarış değil, bir dayanışmadır. Birinin yükselmesi, diğerinin gerilemesi anlamına gelmez. Sevgi, saygı ve paylaşım yeniden hatırlanırsa, roller de yerini bulur.
Çünkü unutmamalı: Aile, toplumun kalbidir. Kalp ritmini kaybederse, bedenin dengesi de bozulur.
