Hiç karnımız tok olduğu halde kendimizi mutfağa yönelirken bulduğumuz oldu mu? Sofradan yeni kalkmışızdır, midemiz aslında doludur ama yine de elimiz buzdolabının kapağına gider, “bir şeyler atıştırayım” diye düşünürüz. O anda akla gelen soru şudur: Gerçekten aç mıyız, yoksa içimizdeki huzursuzluğu bastırmak için mi yiyeceklere yöneliyoruz?
Eğer bu durum hayatınızda sadece ara sıra oluyorsa, belki de üzerinde çok düşünmeye gerek yoktur. Fakat sık sık yaşanıyorsa ve nedenini de bir türlü çözemiyorsanız, işte o zaman altında psikolojik bir sebep olabileceğini göz ardı etmemek gerekir.
Beynin Koruma Mekanizması
Çoğu zaman farkında bile olmadan, duygularımızla baş edemediğimizde elimiz hemen yiyeceklere gider. Diyelim ki aklınıza bitiremediğiniz bir iş projesi geldi ya da sevgilinizle ilgili sizi üzen bir anı hatırınıza düştü… İşte o anda, mutfağın yolu size çok daha cazip görünür.
Aslında beyniniz size şunu söylüyor olabilir:
“Şu anda bu yoğun duygularla yüzleşmek sana ağır geliyor. Gel, buzdolabına gidelim, biraz atıştır, kendini iyi hisset.”
Ve genelde elimiz neye uzanır? Abur cuburlara, tatlılara, karbonhidratlı yiyeceklere… Çünkü beynimiz kötü duygulara bir “tampon” ararken en hızlı çözümlerden biri karbonhidrattır.
Neden Karbonhidrat?
İşin biyolojik kısmına bakalım. Kötü hissettiğimizde beynimiz kortizol gibi stres hormonları salgılar. Bu hormonlar bizi gergin, huzursuz ve mutsuz yapar. Böyle anlarda karbonhidrat yediğimizde vücudumuzda insülin seviyesi yükselir.
İnsülin yükselince kandaki bazı aminoasitler hücrelere taşınır ama triptofan adı verilen aminoasit daha serbest hale gelir. Triptofan beyine kolayca geçer ve orada serotonine dönüşür. Serotonin ise hepimizin “mutluluk hormonu” diye bildiği kimyasaldır.
Bir de işin ödül kısmı var: Şekerli yiyecekler sadece serotonini değil, aynı zamanda beynin ödül merkezinde dopamin salgısını da artırır. Dopamin, “şimdi iyi hissettim” mesajını verir. İşte bu yüzden tatlı veya hamur işi yedikten sonra kısa süreli de olsa keyif, huzur ve mutluluk hissederiz.
Beynin Asıl Amacı Ne?
Burada önemli olan nokta şu: Beynimiz aslında bizi kötü duygularla yüzleştirmemek için koruma moduna geçiyor. İçimizdeki kaygı, stres veya üzüntü bir “alarm” gibi çalışıyor. Beyin de bu alarmı susturmanın en kolay yolunu seçiyor: Bizi mutfağa yönlendiriyor.
Yani aç değilken yemek yeme isteğimizin arkasında çoğu zaman bir psikolojik kaçış vardır. Bedenimiz aç değildir ama zihnimiz “bu duyguyla uğraşmak istemiyorum” der ve yiyeceklerle bizi oyalamaya çalışır.
Çözüm: Duyguyla Kalabilmek
Peki, bunun önüne nasıl geçebiliriz? Öncelikle farkındalık çok önemli. Aç değilken yeme isteği geldiğinde kendinize şu soruyu sorabilirsiniz:
“Ben şu anda gerçekten aç mıyım, yoksa bir duygudan mı kaçıyorum?”
Önceki yazılarımda da sık sık vurguladığım gibi, duygularımızla kalabilmek en büyük güçtür. O duygunun içinde bir süre kalmak, onun aslında bize bir şey anlatmaya çalıştığını fark etmek çok değerlidir. Çünkü kötü duygular da bizim ihtiyaçlarımızı işaret eder.
Meditasyon, nefes egzersizleri ya da basit bir anda kalma pratiği beynimize şu sinyali verir:
“Ben güvendeyim.”
Beyin bu sinyali aldığında ortada aslında stres üretecek bir durum olmadığını fark eder. Zihin sakinleşir, duygular yatışır. Ve işte o zaman, gece yarısı buzdolabına gitme ihtiyacımız da ortadan kalkar.
Son Söz
Aç değilken yemek yemek çoğu zaman sadece “kötü bir alışkanlık” değildir. Beynimizin bizi koruma çabasının bir yansımasıdır. Ama biz bu davranışın altında yatan psikolojik sebepleri fark edebilirsek, hem kendi duygularımızla daha sağlıklı bir ilişki kurarız hem de bedenimize gereksiz yük bindirmemiş oluruz.
Bazen açlığımız mideden değil, kalbimizden ya da zihnimizden gelir. Önemli olan, hangi açlığımızı doyurmaya çalıştığımızı görebilmektir.
Eğer bu durum hayatınızda sadece ara sıra oluyorsa, belki de üzerinde çok düşünmeye gerek yoktur. Fakat sık sık yaşanıyorsa ve nedenini de bir türlü çözemiyorsanız, işte o zaman altında psikolojik bir sebep olabileceğini göz ardı etmemek gerekir.
Beynin Koruma Mekanizması
Çoğu zaman farkında bile olmadan, duygularımızla baş edemediğimizde elimiz hemen yiyeceklere gider. Diyelim ki aklınıza bitiremediğiniz bir iş projesi geldi ya da sevgilinizle ilgili sizi üzen bir anı hatırınıza düştü… İşte o anda, mutfağın yolu size çok daha cazip görünür.
Aslında beyniniz size şunu söylüyor olabilir:
“Şu anda bu yoğun duygularla yüzleşmek sana ağır geliyor. Gel, buzdolabına gidelim, biraz atıştır, kendini iyi hisset.”
Ve genelde elimiz neye uzanır? Abur cuburlara, tatlılara, karbonhidratlı yiyeceklere… Çünkü beynimiz kötü duygulara bir “tampon” ararken en hızlı çözümlerden biri karbonhidrattır.
Neden Karbonhidrat?
İşin biyolojik kısmına bakalım. Kötü hissettiğimizde beynimiz kortizol gibi stres hormonları salgılar. Bu hormonlar bizi gergin, huzursuz ve mutsuz yapar. Böyle anlarda karbonhidrat yediğimizde vücudumuzda insülin seviyesi yükselir.
İnsülin yükselince kandaki bazı aminoasitler hücrelere taşınır ama triptofan adı verilen aminoasit daha serbest hale gelir. Triptofan beyine kolayca geçer ve orada serotonine dönüşür. Serotonin ise hepimizin “mutluluk hormonu” diye bildiği kimyasaldır.
Bir de işin ödül kısmı var: Şekerli yiyecekler sadece serotonini değil, aynı zamanda beynin ödül merkezinde dopamin salgısını da artırır. Dopamin, “şimdi iyi hissettim” mesajını verir. İşte bu yüzden tatlı veya hamur işi yedikten sonra kısa süreli de olsa keyif, huzur ve mutluluk hissederiz.
Beynin Asıl Amacı Ne?
Burada önemli olan nokta şu: Beynimiz aslında bizi kötü duygularla yüzleştirmemek için koruma moduna geçiyor. İçimizdeki kaygı, stres veya üzüntü bir “alarm” gibi çalışıyor. Beyin de bu alarmı susturmanın en kolay yolunu seçiyor: Bizi mutfağa yönlendiriyor.
Yani aç değilken yemek yeme isteğimizin arkasında çoğu zaman bir psikolojik kaçış vardır. Bedenimiz aç değildir ama zihnimiz “bu duyguyla uğraşmak istemiyorum” der ve yiyeceklerle bizi oyalamaya çalışır.
Çözüm: Duyguyla Kalabilmek
Peki, bunun önüne nasıl geçebiliriz? Öncelikle farkındalık çok önemli. Aç değilken yeme isteği geldiğinde kendinize şu soruyu sorabilirsiniz:
“Ben şu anda gerçekten aç mıyım, yoksa bir duygudan mı kaçıyorum?”
Önceki yazılarımda da sık sık vurguladığım gibi, duygularımızla kalabilmek en büyük güçtür. O duygunun içinde bir süre kalmak, onun aslında bize bir şey anlatmaya çalıştığını fark etmek çok değerlidir. Çünkü kötü duygular da bizim ihtiyaçlarımızı işaret eder.
Meditasyon, nefes egzersizleri ya da basit bir anda kalma pratiği beynimize şu sinyali verir:
“Ben güvendeyim.”
Beyin bu sinyali aldığında ortada aslında stres üretecek bir durum olmadığını fark eder. Zihin sakinleşir, duygular yatışır. Ve işte o zaman, gece yarısı buzdolabına gitme ihtiyacımız da ortadan kalkar.
Son Söz
Aç değilken yemek yemek çoğu zaman sadece “kötü bir alışkanlık” değildir. Beynimizin bizi koruma çabasının bir yansımasıdır. Ama biz bu davranışın altında yatan psikolojik sebepleri fark edebilirsek, hem kendi duygularımızla daha sağlıklı bir ilişki kurarız hem de bedenimize gereksiz yük bindirmemiş oluruz.
Bazen açlığımız mideden değil, kalbimizden ya da zihnimizden gelir. Önemli olan, hangi açlığımızı doyurmaya çalıştığımızı görebilmektir
Eğer bu durum hayatınızda sadece ara sıra oluyorsa, belki de üzerinde çok düşünmeye gerek yoktur. Fakat sık sık yaşanıyorsa ve nedenini de bir türlü çözemiyorsanız, işte o zaman altında psikolojik bir sebep olabileceğini göz ardı etmemek gerekir.
Beynin Koruma Mekanizması
Çoğu zaman farkında bile olmadan, duygularımızla baş edemediğimizde elimiz hemen yiyeceklere gider. Diyelim ki aklınıza bitiremediğiniz bir iş projesi geldi ya da sevgilinizle ilgili sizi üzen bir anı hatırınıza düştü… İşte o anda, mutfağın yolu size çok daha cazip görünür.
Aslında beyniniz size şunu söylüyor olabilir:
“Şu anda bu yoğun duygularla yüzleşmek sana ağır geliyor. Gel, buzdolabına gidelim, biraz atıştır, kendini iyi hisset.”
Ve genelde elimiz neye uzanır? Abur cuburlara, tatlılara, karbonhidratlı yiyeceklere… Çünkü beynimiz kötü duygulara bir “tampon” ararken en hızlı çözümlerden biri karbonhidrattır.
Neden Karbonhidrat?
İşin biyolojik kısmına bakalım. Kötü hissettiğimizde beynimiz kortizol gibi stres hormonları salgılar. Bu hormonlar bizi gergin, huzursuz ve mutsuz yapar. Böyle anlarda karbonhidrat yediğimizde vücudumuzda insülin seviyesi yükselir.
İnsülin yükselince kandaki bazı aminoasitler hücrelere taşınır ama triptofan adı verilen aminoasit daha serbest hale gelir. Triptofan beyine kolayca geçer ve orada serotonine dönüşür. Serotonin ise hepimizin “mutluluk hormonu” diye bildiği kimyasaldır.
Bir de işin ödül kısmı var: Şekerli yiyecekler sadece serotonini değil, aynı zamanda beynin ödül merkezinde dopamin salgısını da artırır. Dopamin, “şimdi iyi hissettim” mesajını verir. İşte bu yüzden tatlı veya hamur işi yedikten sonra kısa süreli de olsa keyif, huzur ve mutluluk hissederiz.
Beynin Asıl Amacı Ne?
Burada önemli olan nokta şu: Beynimiz aslında bizi kötü duygularla yüzleştirmemek için koruma moduna geçiyor. İçimizdeki kaygı, stres veya üzüntü bir “alarm” gibi çalışıyor. Beyin de bu alarmı susturmanın en kolay yolunu seçiyor: Bizi mutfağa yönlendiriyor.
Yani aç değilken yemek yeme isteğimizin arkasında çoğu zaman bir psikolojik kaçış vardır. Bedenimiz aç değildir ama zihnimiz “bu duyguyla uğraşmak istemiyorum” der ve yiyeceklerle bizi oyalamaya çalışır.
Çözüm: Duyguyla Kalabilmek
Peki, bunun önüne nasıl geçebiliriz? Öncelikle farkındalık çok önemli. Aç değilken yeme isteği geldiğinde kendinize şu soruyu sorabilirsiniz:
“Ben şu anda gerçekten aç mıyım, yoksa bir duygudan mı kaçıyorum?”
Önceki yazılarımda da sık sık vurguladığım gibi, duygularımızla kalabilmek en büyük güçtür. O duygunun içinde bir süre kalmak, onun aslında bize bir şey anlatmaya çalıştığını fark etmek çok değerlidir. Çünkü kötü duygular da bizim ihtiyaçlarımızı işaret eder.
Meditasyon, nefes egzersizleri ya da basit bir anda kalma pratiği beynimize şu sinyali verir:
“Ben güvendeyim.”
Beyin bu sinyali aldığında ortada aslında stres üretecek bir durum olmadığını fark eder. Zihin sakinleşir, duygular yatışır. Ve işte o zaman, gece yarısı buzdolabına gitme ihtiyacımız da ortadan kalkar.
Son Söz
Aç değilken yemek yemek çoğu zaman sadece “kötü bir alışkanlık” değildir. Beynimizin bizi koruma çabasının bir yansımasıdır. Ama biz bu davranışın altında yatan psikolojik sebepleri fark edebilirsek, hem kendi duygularımızla daha sağlıklı bir ilişki kurarız hem de bedenimize gereksiz yük bindirmemiş oluruz.
Bazen açlığımız mideden değil, kalbimizden ya da zihnimizden gelir. Önemli olan, hangi açlığımızı doyurmaya çalıştığımızı görebilmektir.
Eğer bu durum hayatınızda sadece ara sıra oluyorsa, belki de üzerinde çok düşünmeye gerek yoktur. Fakat sık sık yaşanıyorsa ve nedenini de bir türlü çözemiyorsanız, işte o zaman altında psikolojik bir sebep olabileceğini göz ardı etmemek gerekir.
Beynin Koruma Mekanizması
Çoğu zaman farkında bile olmadan, duygularımızla baş edemediğimizde elimiz hemen yiyeceklere gider. Diyelim ki aklınıza bitiremediğiniz bir iş projesi geldi ya da sevgilinizle ilgili sizi üzen bir anı hatırınıza düştü… İşte o anda, mutfağın yolu size çok daha cazip görünür.
Aslında beyniniz size şunu söylüyor olabilir:
“Şu anda bu yoğun duygularla yüzleşmek sana ağır geliyor. Gel, buzdolabına gidelim, biraz atıştır, kendini iyi hisset.”
Ve genelde elimiz neye uzanır? Abur cuburlara, tatlılara, karbonhidratlı yiyeceklere… Çünkü beynimiz kötü duygulara bir “tampon” ararken en hızlı çözümlerden biri karbonhidrattır.
Neden Karbonhidrat?
İşin biyolojik kısmına bakalım. Kötü hissettiğimizde beynimiz kortizol gibi stres hormonları salgılar. Bu hormonlar bizi gergin, huzursuz ve mutsuz yapar. Böyle anlarda karbonhidrat yediğimizde vücudumuzda insülin seviyesi yükselir.
İnsülin yükselince kandaki bazı aminoasitler hücrelere taşınır ama triptofan adı verilen aminoasit daha serbest hale gelir. Triptofan beyine kolayca geçer ve orada serotonine dönüşür. Serotonin ise hepimizin “mutluluk hormonu” diye bildiği kimyasaldır.
Bir de işin ödül kısmı var: Şekerli yiyecekler sadece serotonini değil, aynı zamanda beynin ödül merkezinde dopamin salgısını da artırır. Dopamin, “şimdi iyi hissettim” mesajını verir. İşte bu yüzden tatlı veya hamur işi yedikten sonra kısa süreli de olsa keyif, huzur ve mutluluk hissederiz.
Beynin Asıl Amacı Ne?
Burada önemli olan nokta şu: Beynimiz aslında bizi kötü duygularla yüzleştirmemek için koruma moduna geçiyor. İçimizdeki kaygı, stres veya üzüntü bir “alarm” gibi çalışıyor. Beyin de bu alarmı susturmanın en kolay yolunu seçiyor: Bizi mutfağa yönlendiriyor.
Yani aç değilken yemek yeme isteğimizin arkasında çoğu zaman bir psikolojik kaçış vardır. Bedenimiz aç değildir ama zihnimiz “bu duyguyla uğraşmak istemiyorum” der ve yiyeceklerle bizi oyalamaya çalışır.
Çözüm: Duyguyla Kalabilmek
Peki, bunun önüne nasıl geçebiliriz? Öncelikle farkındalık çok önemli. Aç değilken yeme isteği geldiğinde kendinize şu soruyu sorabilirsiniz:
“Ben şu anda gerçekten aç mıyım, yoksa bir duygudan mı kaçıyorum?”
Önceki yazılarımda da sık sık vurguladığım gibi, duygularımızla kalabilmek en büyük güçtür. O duygunun içinde bir süre kalmak, onun aslında bize bir şey anlatmaya çalıştığını fark etmek çok değerlidir. Çünkü kötü duygular da bizim ihtiyaçlarımızı işaret eder.
Meditasyon, nefes egzersizleri ya da basit bir anda kalma pratiği beynimize şu sinyali verir:
“Ben güvendeyim.”
Beyin bu sinyali aldığında ortada aslında stres üretecek bir durum olmadığını fark eder. Zihin sakinleşir, duygular yatışır. Ve işte o zaman, gece yarısı buzdolabına gitme ihtiyacımız da ortadan kalkar.
Son Söz
Aç değilken yemek yemek çoğu zaman sadece “kötü bir alışkanlık” değildir. Beynimizin bizi koruma çabasının bir yansımasıdır. Ama biz bu davranışın altında yatan psikolojik sebepleri fark edebilirsek, hem kendi duygularımızla daha sağlıklı bir ilişki kurarız hem de bedenimize gereksiz yük bindirmemiş oluruz.
Bazen açlığımız mideden değil, kalbimizden ya da zihnimizden gelir. Önemli olan, hangi açlığımızı doyurmaya çalıştığımızı görebilmektir