Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Özlem Akkoç  Eğitimci-Yazar
Köşe Yazarı
Özlem Akkoç Eğitimci-Yazar
 

YERİNİ BULAMAMAK VE SEÇİMLERİMİZ

Her canlının ekosistem de bir yeri var. Dönme dolapları bilirsin ya da su ile çalışan değirmenleri düşün! Her ikisi de ağırlığını dönen bir çark üzerinde taşır. Her bir dişlinin farklı bir görevi vardır. Su değirmenin işleyişi insanın hayattaki yerine çok benzer. Önce su gelir ve değirmenin dolabını döndürür. Dönen dolap kendine bağlı çarkı, çark ise içeride dönen değirmen taşını. İnsanların kimi o dolap gibi su misali ilahi akıştan gelen o manevi amacı taşır. Kimileri ise o dişlinin bir parçası olarak o akışın birer görevlisidir. En sonunda dünyanın düzenini oluşturan sistemin dönebilmesi için her bir insanın yaradılış amacı vardır. Böyle bakınca kötü de yoktur kötülükte. Yunus Emre Yaradan'a şiirlerinde "Çalap"(*) der. Şu iki satırlık beyitle bizi tefekküre davet eder: “Gönül Calab'ın tahtı, Calap gönüle baktı İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise.” Böyle bakınca hayatta hiçbir meslek bir başkasından iyi değildir. Kimse de kimseden üstün olamaz. Maddeye takılı kalıp mutluluğu es geçtiğimiz her yerde huzuru aramaya başlarız. Çok kazandığınız ya da her ay ayın elemanı olduğunuz o iş yerinde değerimizi eşitlediğimiz her ne ise Yaradan'ın insana biçtiği o üstün kıdemden daha üstün değildir. Sabah güneşi görmeden çıktığı evden akşama kadar dört duvar veya cam arasında çalışıp sonra yine güneşi görmeden evine dönen milyonlar yaratan sistem sence Yaradan'a ait olabilir mi? O ki kuşları, denizleri, yerde ve gökte türlü mevsim ve olayları yarattı. Sadece aynı sisteme çalışan modern bir firavunluk sistemi olabilir. Onun gibi bir sanatçının eseri olamaz bence! Olsa olsa doymak bilmeyen aç bir mahlukun eseri olabilir. Sen bu iki sistemden hangisine tabisin bilmiyorum; belki de mecbur olduğunu düşünerek devam ediyorsun. Kendi çizdiğin pencereden bakınca belki de başka bir yolu yok gibi görünüyor. Halbuki sonsuz olasılıklar sistemini kurmuş ve sonsuz güce sahip bir Yaratıcı'nın varlığına inanıyorsan ya da inanmak istiyorsan hayallerini yaşamanın bir yolu var! İNANMAK. Kendine ve her şeyi bilene inanmak. Niyetini yeniden gözden geçirmek ilk adım, küçük de olsa başlayabilmek. Nasıl mı olacak? Ders çalışacağın defteri almak ortada sınav bile yokken, bir kalem alıp o gideceğin okulda kullanmak için çantanda taşımak örneğin. Diyelim ki kendi işini kurmak istiyorsun; küçük bir anahtarlık bile olur mesela, o iş yeri için inanarak alıp anahtarına takmak. Ya da her sabah oraya gidecekmiş gibi uyanmak. Burada seni inandıracak neyse onu seçmek, seçimlerin bize bırakıldığını unutma! Küçücük hareketlerin hayatımızda nasıl bir ivmeye yol açtığını bilmek için sana fizik kitapları önermiyorum. Kelebek etkisini düşün; burada kanat çırpan kelebeğin dünyanın bir başka yerindeki bir teyzenin bahçesindeki ağaçta olgunlaşmış meyveyi düşüren bir rüzgâra neden olabilir. Ne dersin, aslında denemekten hiçbir şey çıkmaz. En kötü ihtimalle bir şey daha öğrenir, heybene bir bilgi daha eklersin. SEÇİMLERİMLE KİMİN HAYATINDA NASIL BİR ETKİ BIRAKMAK İSTERİM? Bu soruyu kendine sor. Yaratıcı'nın kurduğu sistemde her bir soruya cevap gelir. İster olumlu olsun ister olumsuz, cevapsız kalmaz. Bunun için olumsuz soruları sormak yerine bilinçli hareket etmeni öneririm. Olumlu soruya bir örnek ister misin? “Bunu başarmak için ya da .....’ya sahip olmam için ne/neler mümkün?” Dolap meselesi ve çark örneğine geri dönecek olursak, sen bu çarkın içinde kim olacağını bilerek geldin derim. Seçimini suyun sana uygun gördüğü akıştan farklı olarak yaptığını zannederken bir bakmışsın başladığın yerdesin. Üstelik kendini değersiz ve işe yaramaz hissettirenlerle birlikte oturmuş olmayana kızıyorsun. Olmayanı olduracak onlar değil! Sen kime ya da neye inanırsın bilmiyorum ama ben kendi içinde durmaksızın Yaradan'dan sana akan güce inanmayı tavsiye edebilirim. PEKİ SEÇİMİ YAPAN BEN DEĞİLSEM SEÇİMİN BENİM İÇİN DOĞRU OLDUĞUNU NEREDEN BİLECEĞİM? Öyle bir mühendis düşün ki yaptığı robotun yazılımından en küçük vidasından haberdar. Yedi yirmi dört hattın öbür ucunda seni bekliyor ve robotla ilgili en basit soruna bile cevap veriyor. Ama bu mühendisin tarzı biraz farklı; onu ne görebilirsin ne de duyabilirsin (nadiren duyanlar var olsa da). Sadece işaret ve mesajlarla sana cevap veriyor. Robotunda değiştirilecek en küçük parçayı kime sormak isterdin? En küçük arızada kimi ararsın? Mühendisi görmüyor olman veya duymuyor olman o robotun mühendissiz olduğu anlamına gelir mi? Peki robot sistemde sadece bir hizmet robotu olarak üretildiyse ona araba yaptırır mısın? Daha ileri gidelim, onu insan sağlığını riske atacak bir ameliyatta çalıştırır mısın? Yüzyıllar boyunca yani insan var oldukça bu konu hakkında ince ince düşündü. Kimi bulduğu sisteme mizaç, kimi human dizayn dedi. En sonunda hepsi insanın kendi içinde mevsimler gibi özellikler taşıdığını kabul etti. Mizaç ilmi insanı toprağa, havaya, suya ve ateşe benzetirken; human dizayn insanı enerji kaynaklarına benzetti. Her ikisi de aslında ortak bir tespit yapar: İnsan bir enerji bütünüdür ve dünyada ne varsa insanın içinde de o vardır. Bir evin içinde aileden iki kişi hava gibi — eskilerin “havai” dediği — hızlı, hareketli mizaçlı iken diğerleri toprak gibi sessiz, sakin ya da su gibi her girdiği ortamın şeklini kolayca alabilir. Bu durumda herkesi doktor, öğretmen ya da masa başı işte görmek istemek yine insanın bakış açısıdır. “Herkes şu sınava girsin! Herkes aynı eğitimi alsın!” diye düşünmek akıl işi değildir. Yoksa hepimizi tek tip yaratır ve imtihan değil, cennetten çıkarmazdı. O halde ne olmak istiyorsan önce bu hayata ne için geldiğin sorusuyla başlamaya ne dersin? Atalarımız ne yapmış, bunca ilim ve bilim ne diyor peki? Birçok makale, yazı, kitap, düşünce biçimi göreceksin ama ben sana Anadolu’dan ve tarihten bir örnek vereceğim. İlk olarak medreseler, tekkelerden çok ahilik geleneği geliyor insanın aklına. Öyle bir gelenek düşünün ki duvar ustası da, demirci de, kalaycı da, kasap da önce yaradılışın gereği fıtratı ile nerede olsa daha iyi olur ona göre yönlendiriliyor. Demirci olmak isteyen ama o güç ve kabiliyet kendisinde olmayana “gel ol” denmezdi. Dürüst olmayana çobanlık, hesap kitap bilmeyene köprü ustalığı devredilmezdi. Karadeniz’de büyük seller geçiren derelere dayanan birçok taş köprünün olmasının nedeni sence nedir? Sadece doğanın kurallarına uyan, işini iyi yapan ustaların olması mı, yoksa onları yönlendiren doğru mesleki seçimlerine yardımcı olan bilgelik mi? Bence her ikisi de. Ahi demek güvenilir insan demekti. İnsanlar sosyal ilişkilerinde, akrabalık ilişkilerinde bu durumu güven unsuru olarak görmüşlerdir. Yüzyıllarca kullanılmış bu sistemi küçümsediğimiz için mi bilinmez? Anadolu'daki bu bilgeliği örnek alan bazı medeniyetlerin bugün eğitimde bizden çok ileri görünüyor olması bizi şaşırtmamalıdır. Varlığını başkalarının varlığına saygıyla sürdüren ve insanın var olmasına adayan, hep birlikte var olan medeniyetler kolay kolay eğitimde başarısız olmaz. Ve kendi dişlilerinin arasında cevherlerini öğütmez. İmam Gazali'nin o güzel öğüdü ile bitirelim: “Cevâhir kadrini cevher-fürûşân olmayan bilmez (mücevherin kıymetini mücevher işleyenler bilir). Perîşânım bugün cânâ perîşân olmayan bilmez…” İkinci beyti ise size bırakıyorum. Keyifli ve güzel haftalar. * Neden Allah(c.c) demiyor Yaradan diyorum? Çünkü herkesin Allah bilinci farklı ama hepimizi Yaradan tek ve bir olan birini ifade ediyor. Benim için Yaradan kelimesi budur.  
Ekleme Tarihi: 11 Kasım 2025 -Salı

YERİNİ BULAMAMAK VE SEÇİMLERİMİZ

Her canlının ekosistem de bir yeri var. Dönme dolapları bilirsin ya da su ile çalışan değirmenleri düşün!

Her ikisi de ağırlığını dönen bir çark üzerinde taşır. Her bir dişlinin farklı bir görevi vardır.

Su değirmenin işleyişi insanın hayattaki yerine çok benzer. Önce su gelir ve değirmenin dolabını döndürür. Dönen dolap kendine bağlı çarkı, çark ise içeride dönen değirmen taşını.

İnsanların kimi o dolap gibi su misali ilahi akıştan gelen o manevi amacı taşır. Kimileri ise o dişlinin bir parçası olarak o akışın birer görevlisidir. En sonunda dünyanın düzenini oluşturan sistemin dönebilmesi için her bir insanın yaradılış amacı vardır. Böyle bakınca kötü de yoktur kötülükte.

Yunus Emre Yaradan'a şiirlerinde "Çalap"(*) der. Şu iki satırlık beyitle bizi tefekküre davet eder:
“Gönül Calab'ın tahtı, Calap gönüle baktı
İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise.”

Böyle bakınca hayatta hiçbir meslek bir başkasından iyi değildir. Kimse de kimseden üstün olamaz.

Maddeye takılı kalıp mutluluğu es geçtiğimiz her yerde huzuru aramaya başlarız. Çok kazandığınız ya da her ay ayın elemanı olduğunuz o iş yerinde değerimizi eşitlediğimiz her ne ise Yaradan'ın insana biçtiği o üstün kıdemden daha üstün değildir.

Sabah güneşi görmeden çıktığı evden akşama kadar dört duvar veya cam arasında çalışıp sonra yine güneşi görmeden evine dönen milyonlar yaratan sistem sence Yaradan'a ait olabilir mi?

O ki kuşları, denizleri, yerde ve gökte türlü mevsim ve olayları yarattı. Sadece aynı sisteme çalışan modern bir firavunluk sistemi olabilir. Onun gibi bir sanatçının eseri olamaz bence! Olsa olsa doymak bilmeyen aç bir mahlukun eseri olabilir.

Sen bu iki sistemden hangisine tabisin bilmiyorum; belki de mecbur olduğunu düşünerek devam ediyorsun. Kendi çizdiğin pencereden bakınca belki de başka bir yolu yok gibi görünüyor.

Halbuki sonsuz olasılıklar sistemini kurmuş ve sonsuz güce sahip bir Yaratıcı'nın varlığına inanıyorsan ya da inanmak istiyorsan hayallerini yaşamanın bir yolu var!

İNANMAK.
Kendine ve her şeyi bilene inanmak. Niyetini yeniden gözden geçirmek ilk adım, küçük de olsa başlayabilmek.

Nasıl mı olacak?
Ders çalışacağın defteri almak ortada sınav bile yokken, bir kalem alıp o gideceğin okulda kullanmak için çantanda taşımak örneğin.

Diyelim ki kendi işini kurmak istiyorsun; küçük bir anahtarlık bile olur mesela, o iş yeri için inanarak alıp anahtarına takmak. Ya da her sabah oraya gidecekmiş gibi uyanmak. Burada seni inandıracak neyse onu seçmek, seçimlerin bize bırakıldığını unutma!

Küçücük hareketlerin hayatımızda nasıl bir ivmeye yol açtığını bilmek için sana fizik kitapları önermiyorum. Kelebek etkisini düşün; burada kanat çırpan kelebeğin dünyanın bir başka yerindeki bir teyzenin bahçesindeki ağaçta olgunlaşmış meyveyi düşüren bir rüzgâra neden olabilir.

Ne dersin, aslında denemekten hiçbir şey çıkmaz. En kötü ihtimalle bir şey daha öğrenir, heybene bir bilgi daha eklersin.

SEÇİMLERİMLE KİMİN HAYATINDA NASIL BİR ETKİ BIRAKMAK İSTERİM?
Bu soruyu kendine sor. Yaratıcı'nın kurduğu sistemde her bir soruya cevap gelir. İster olumlu olsun ister olumsuz, cevapsız kalmaz. Bunun için olumsuz soruları sormak yerine bilinçli hareket etmeni öneririm.

Olumlu soruya bir örnek ister misin?
“Bunu başarmak için ya da .....’ya sahip olmam için ne/neler mümkün?”

Dolap meselesi ve çark örneğine geri dönecek olursak, sen bu çarkın içinde kim olacağını bilerek geldin derim. Seçimini suyun sana uygun gördüğü akıştan farklı olarak yaptığını zannederken bir bakmışsın başladığın yerdesin.

Üstelik kendini değersiz ve işe yaramaz hissettirenlerle birlikte oturmuş olmayana kızıyorsun. Olmayanı olduracak onlar değil!

Sen kime ya da neye inanırsın bilmiyorum ama ben kendi içinde durmaksızın Yaradan'dan sana akan güce inanmayı tavsiye edebilirim.

PEKİ SEÇİMİ YAPAN BEN DEĞİLSEM SEÇİMİN BENİM İÇİN DOĞRU OLDUĞUNU NEREDEN BİLECEĞİM?
Öyle bir mühendis düşün ki yaptığı robotun yazılımından en küçük vidasından haberdar.

Yedi yirmi dört hattın öbür ucunda seni bekliyor ve robotla ilgili en basit soruna bile cevap veriyor. Ama bu mühendisin tarzı biraz farklı; onu ne görebilirsin ne de duyabilirsin (nadiren duyanlar var olsa da). Sadece işaret ve mesajlarla sana cevap veriyor.

Robotunda değiştirilecek en küçük parçayı kime sormak isterdin? En küçük arızada kimi ararsın?

Mühendisi görmüyor olman veya duymuyor olman o robotun mühendissiz olduğu anlamına gelir mi?

Peki robot sistemde sadece bir hizmet robotu olarak üretildiyse ona araba yaptırır mısın? Daha ileri gidelim, onu insan sağlığını riske atacak bir ameliyatta çalıştırır mısın?

Yüzyıllar boyunca yani insan var oldukça bu konu hakkında ince ince düşündü. Kimi bulduğu sisteme mizaç, kimi human dizayn dedi. En sonunda hepsi insanın kendi içinde mevsimler gibi özellikler taşıdığını kabul etti.

Mizaç ilmi insanı toprağa, havaya, suya ve ateşe benzetirken; human dizayn insanı enerji kaynaklarına benzetti. Her ikisi de aslında ortak bir tespit yapar: İnsan bir enerji bütünüdür ve dünyada ne varsa insanın içinde de o vardır.

Bir evin içinde aileden iki kişi hava gibi — eskilerin “havai” dediği — hızlı, hareketli mizaçlı iken diğerleri toprak gibi sessiz, sakin ya da su gibi her girdiği ortamın şeklini kolayca alabilir.

Bu durumda herkesi doktor, öğretmen ya da masa başı işte görmek istemek yine insanın bakış açısıdır. “Herkes şu sınava girsin! Herkes aynı eğitimi alsın!” diye düşünmek akıl işi değildir.

Yoksa hepimizi tek tip yaratır ve imtihan değil, cennetten çıkarmazdı. O halde ne olmak istiyorsan önce bu hayata ne için geldiğin sorusuyla başlamaya ne dersin?

Atalarımız ne yapmış, bunca ilim ve bilim ne diyor peki? Birçok makale, yazı, kitap, düşünce biçimi göreceksin ama ben sana Anadolu’dan ve tarihten bir örnek vereceğim.

İlk olarak medreseler, tekkelerden çok ahilik geleneği geliyor insanın aklına. Öyle bir gelenek düşünün ki duvar ustası da, demirci de, kalaycı da, kasap da önce yaradılışın gereği fıtratı ile nerede olsa daha iyi olur ona göre yönlendiriliyor.

Demirci olmak isteyen ama o güç ve kabiliyet kendisinde olmayana “gel ol” denmezdi. Dürüst olmayana çobanlık, hesap kitap bilmeyene köprü ustalığı devredilmezdi.

Karadeniz’de büyük seller geçiren derelere dayanan birçok taş köprünün olmasının nedeni sence nedir? Sadece doğanın kurallarına uyan, işini iyi yapan ustaların olması mı, yoksa onları yönlendiren doğru mesleki seçimlerine yardımcı olan bilgelik mi? Bence her ikisi de.

Ahi demek güvenilir insan demekti. İnsanlar sosyal ilişkilerinde, akrabalık ilişkilerinde bu durumu güven unsuru olarak görmüşlerdir.

Yüzyıllarca kullanılmış bu sistemi küçümsediğimiz için mi bilinmez? Anadolu'daki bu bilgeliği örnek alan bazı medeniyetlerin bugün eğitimde bizden çok ileri görünüyor olması bizi şaşırtmamalıdır.

Varlığını başkalarının varlığına saygıyla sürdüren ve insanın var olmasına adayan, hep birlikte var olan medeniyetler kolay kolay eğitimde başarısız olmaz. Ve kendi dişlilerinin arasında cevherlerini öğütmez.

İmam Gazali'nin o güzel öğüdü ile bitirelim:
“Cevâhir kadrini cevher-fürûşân olmayan bilmez (mücevherin kıymetini mücevher işleyenler bilir).
Perîşânım bugün cânâ perîşân olmayan bilmez…”

İkinci beyti ise size bırakıyorum.
Keyifli ve güzel haftalar.

* Neden Allah(c.c) demiyor Yaradan diyorum? Çünkü herkesin Allah bilinci farklı ama hepimizi Yaradan tek ve bir olan birini ifade ediyor. Benim için Yaradan kelimesi budur.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ozgunbakis.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.