Bir çocuk öfkelendiğinde bağırır, sessizleştiğinde içine kapanır, kurallara uymadığında direnç gösterir.
Biz yetişkinler ise çoğu zaman bu davranışlara “yaramazlık”, “saygısızlık” ya da “ilgi çekme çabası” deriz.
Oysa çoğu zaman çocuklar kelimeleri değil, davranışlarını kullanarak konuşurlar.
Bir yetişkinin “canım sıkkın” diyebildiği yerde, bir çocuk öfke nöbetine girebilir.
Bu nedenle davranış, aslında çocuğun dili; davranış problemi dediğimiz şey de çoğu zaman duyulamayan bir mesajdır.
İlkokul dönemi (6–11 yaş), çocukların hem duygusal hem sosyal hem de bilişsel olarak hızla olgunlaştığı bir dönemdir.
Bu süreçte görülen inatçılık, paylaşmama, öfke nöbetleri, tırnak yeme, yalan söyleme, içe kapanma ya da derslere isteksizlik gibi davranışlar, gelişimin doğal bir parçası olabilir.
Ancak bu davranışlar sıklaşır, şiddetlenir ve çocuğun günlük yaşamını etkilemeye başlarsa artık “problem davranış” olarak ele alınmalıdır.
Sorunun kaynağını bulmadan sadece davranışı değiştirmeye çalışmak, ateşi düşürüp hastalığı görmezden gelmek gibidir.
Her davranışın altında bir neden yatar:
Kimi zaman kaygı, kimi zaman sevgi eksikliği, bazen özgüven zedelenmesi, bazen de sadece anlaşılma isteği.
Tırnak yiyen bir çocuk kaygısını dışa vuruyordur;
öfke nöbetine giren bir çocuk duygularını sözel olarak ifade edemediği için eyleme vuruyordur.
Kurallara uymayan çocuk, çoğu zaman sınırları test ederek güven arar.
Yalan söyleyen çocuk cezadan korktuğu için değil, çoğu zaman cezalandırılmadan önce anlaşılmak istediği için yalan söyler.
Her bir davranış, bir ihtiyacın farklı sesidir.
Ancak ne yazık ki yetişkinler çoğu zaman davranışın ardındaki duyguyu değil, yalnızca sonucu görür.
Çocuğun neden bağırdığını, neden içe kapandığını, neden hırçınlaştığını değil; sadece “bunu yapmamalıydı” kısmını fark eder.
Oysa çocuğun dünyasında davranış bir sonuç değil, bir iletişim biçimidir.
Bastırılan her davranış, başka bir şekilde yeniden ortaya çıkar.
Bu nedenle çocuğu susturmak değil, anlamak gerekir.
Davranış problemlerinin oluşumunda en önemli etkenlerden biri ebeveyn tutumudur.
Aşırı koruyucu, aşırı otoriter ya da tutarsız yaklaşımlar, çocuğun hem güven duygusunu hem sınır algısını zedeler.
Sevgi ve sınır dengesi kurulamadığında, çocuk ya kuralsızlaşır ya da kaygı geliştirir.
Oysa sağlıklı gelişim, sevgi dolu ama kararlı bir ebeveynlik yaklaşımıyla desteklenir.
Çocuğa güven veren sınırlar onu kısıtlamaz; tam tersine, dünyayı güvenli bir yer haline getirir.
Davranışın değişmesi için önce duygunun tanınması gerekir.
Bir çocuk öfkelendiğinde ona “bağırma” demek yerine, “kızgınsın, çünkü istediğin olmadı” diyebilmek;
yalnız kaldığında “niye böyle davranıyorsun” demek yerine, “üzgünsün galiba” diyebilmek;
çocuğun kendini güvende hissetmesini sağlar.
Anlaşıldığını hisseden çocuk, davranışını değiştirme gücünü bulur.
Bu nedenle ebeveynin görevi, cezalandırmak değil, rehberlik etmektir.
Bir diğer önemli nokta da, ebeveynin model olmasıdır.
Çocuklar söylediklerimizi değil, yaptıklarımızı öğrenir.
Başkalarına saygılı davranan bir ebeveyn, farkında olmadan saygıyı öğretir.
Sabırlı bir yetişkin, çocuğuna sabrı kazandırır.
Evde sürekli çatışma ve eleştiri varsa, çocuk da bu dili dış dünyaya taşır.
Kısacası, çocuğun aynası yetişkindir.
Problem davranışlarla baş etmenin en etkili yolu, güçlü bir bağ kurmaktır.
Çocukla konuşabilmek, oyun oynamak, birlikte zaman geçirmek, sadece davranışları değil duyguları da iyileştirir.
İletişim kurmak, çözümün yarısıdır.
Ve bazen sadece yanında sessizce durmak bile, “seni anlıyorum” demenin en güçlü yoludur.
Unutmayalım:
Her çocuk, sevildiğini hissettiğinde değişir.
Her davranış, bir ihtiyacın ifadesidir.
Çocuğun davranışını değiştirmek istiyorsak, önce onun duygusunu duymamız gerekir.
Ceza, baskı ve kıyaslama geçici sessizlik sağlar ama kalıcı çözüm getirmez.
Gerçek çözüm, anlayışta ve sabırda gizlidir.
Çocuklarımız, olgun yetişkinler değildir; öğrenen, deneyen, büyüyen varlıklardır.
Onları yargılamadan, sevgiyle rehberlik ettiğimizde;
hem davranışları hem de duyguları dönüşür.
“Davranış, çocuğun dilidir. Dinlemeyi öğrenirsek, çözüm kendiliğinden gelir.”
— Rudolf Dreikurs