6 Şubat 2023’te Türkiye'yi sarsan Kahramanmaraş depremleri yalnızca binaları yıkmadı; bize yıllar sürecek bir psikolojik miras da bıraktı. Fiziksel can kayıpları, yaralar, evsiz kalış sonrası yaşananlar hâlâ toplumun ruh dünyasında derin izler taşıyor. Bugün afet sonrası psikolojik süreçleri ve Türkiye için çıkarılması gereken dersleri ele almak en önemli konularımızdan olmalı.
Travma, kayıp ve dayanıklılık
Depremden sonraki aylarda yapılan araştırmalar, Türkiye genelinde yetişkinlerde PTSD (travma sonrası stres bozukluğu), anksiyete ve depresyon oranlarının şaşırtıcı derecede yüksek olduğunu gösteriyor.
Bir meta-analiz, etkilenen yetişkin nüfusun yaklaşık %40-45’inde olası PTSD belirtileri bulunduğunu ortaya koyuyor.
Bu rakam, yalnızca depremi “yaşayanlar” için değil, hâlâ konteynerlarda yaşayanlar, yakınlarını kaybedenler, işsiz kalanlar için de büyük bir uyarı niteliğinde.
Aynı zamanda, çalışmalarda dayanıklılık faktörüne de dikkat çekiliyor. Özellikle sosyal destek, ekonomik güvence, psikolojik kaynaklar insanlar için önemli bir tampon sağlıyor. Ancak bu kaynakların “eşitçe” dağılmadığı, sosyal eşitsizliklerin dayanıklılığı zayıflattığı da açıkça görülüyor.
Toplumsal etki yalnızca depremden birinci dereceden etkilenenleri değil, toplum genelinde de psikolojik yük olarak etki etmektedir.
Depremin etkisi yalnızca bölgede yaşayanlarla sınırlı kalmadı. Deprem yaşamayan bölgelerdeki insanlar bile olaydan sonra dolaylı olarak anksiyete, korku ve belirsizlik hissediyor.
Okul çağındaki çocuklar, bakıcıları deprem bölgesinden olanlar, göç eden nüfus, sosyal medya aracılığıyla sürekli depremle ilgili haber alanlar psikolojik olarak etkileniyor.
Buna ek olarak, travmanın yaygın ve kronikleşmiş olması; sürekli barınma, ekonomik sıkıntılar, yeniden inşa süreci, belirsizlik ortamı uzun vadeli stres kaynakları.
Sadece akut dönemde destek vermek yetmiyor; sosyal, ekonomik, sağlık ve psikolojik politikaların uzun süreli ve toplum genelinde bir perspektifle planlanması gerekiyor.
Deprem sonrası uyku, internet kullanımı ve psikolojik semptomlar
Deprem etkisi sadece ruh haliyle sınırlı kalmıyor; uyku bozuklukları, internet bağımlılığı gibi davranışsal belirtiler de ortaya çıkıyor. Örneğin Adıyaman’da yapılan bir çalışmada, deprem sonrası yetişkinlerin önemli bir kısmında insomnia (uykusuzluk) ve internet bağımlılığı belirtileri gözlemlenmiş. Bu semptomların PTSD ile ilişkili olduğu görülüyor.
Bu tür “ikincil davranışlar” hem bireysel sağlığı hem de toplumsal refahı etkiliyor. Uyku bozukluğu, düşük konsantrasyon, artan duygusal dengesizlik, aile içi sorunlar, iş verimliliğinde düşüş gibi sonuçlar doğurabilir. Bu da genellikle göz ardı edilen ama uzun dönemde ciddi toplumsal maliyetler doğuran bir yük.
Çözüm önerileri: bilimsel temelli, sürdürülebilir bir yaklaşım
Uzun vadeli psikososyal destek programları: Afetten hemen sonra gelen psikolojik yardım merkezleri önemli, ama yeterli değil. Yeniden yerleşim, barınma, iş ve sosyal destek konularındaki politikalarla entegre olması gerekiyor.
Sosyal destek ağlarının güçlendirilmesi: Aile, komşuluk, yerel topluluk desteği, dini/ sivil toplum kuruluşlarının aktif rol alması; yalnızca bireysel değil, toplumsal dayanıklılığı artırır.
Erken müdahale ve risk grubuna yönelik çalışmalar: Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, göç edenler, depresyon/anksiyete geçmişi olan kişiler özel hedef olmalı. Eğitimli ve kültürel olarak uygun psikolojik müdahale yöntemleri geliştirilmelidir.
Davranışsal göstergelerin izlenmesi: Uyku bozukluğu, internet kullanımı, sosyal izolasyon gibi semptomların izlenmesi erken uyarı sağlar. Bunlar klinik düzeyde olmasa da kişilerin ruh sağlığı ihtiyaçlarını ortaya çıkarabilir.
Bilimsel araştırma ve politika entegrasyonu: Deprem sonrası psikolojik süreçlerle ilgili veriler sürekli toplanmalı, sonuçlar politika yapım sürecine yansıtılmalıdır. İzleme, değerlendirme ve geri bildirim mekanizmaları kurulmalı.
Özet olarak...
Kahramanmaraş depremlerinin yarattığı fiziksel yıkım kadar, psikolojik etkisi de derin ve kalıcı. Ancak bilimsel araştırmalar, dayanıklılığın, sosyal destek ve doğru planlamayla mümkün olduğunu gösteriyor. Toplum olarak bu verileri göz ardı edersek, “yeniden inşa” sadece beton blokları değil, kırılmış ruhları da sağlamlaştırmayı gerektiriyor. Ruh sağlığı, yeniden yapılanmanın vazgeçilmez bir ayağı olmalı.