Sessizlik Her Zaman Huzur Değildir
İlişkilerde sessizlik, çoğu zaman dışarıdan sakinlik gibi görünür. Oysa bu sessizlik, içten içe
büyüyen kırgınlıkların, dile getirilemeyen ihtiyaçların ve bastırılmış duyguların bir
yansımasıdır. Birçok çift, “konuşmazsak sorunlar büyümez” düşüncesiyle sessizliği bir
çözüm gibi görür. Oysa konuşulmayan her duygu, görünmez bir mesafeye dönüşür. Bu
mesafe, zamanla sevgiyi değil, yalnızlığı besler.
Toplumsal Sessizlik: Kalıtsal Bir İletişim Biçimi
Sosyolojik açıdan sessizlik, yalnızca bireysel bir tercih değil, kültürel bir öğrenmedir. Biz,
“susmak erdemdir” anlayışıyla yetiştirilen bir toplumuz. Kadınların duygularını bastırması
sabırla, erkeklerin konuşmaması olgunlukla özdeşleştirilir. Bu toplumsal kodlar, duyguların
bastırılmasını normalleştirir. Ancak duygular bastırıldığında, iletişim yüzeyde kalır; derin
bağ kurmak neredeyse imkânsız hale gelir.
Sessizliğin Ardındaki İhtiyaç
Sessizlik bir “duygusal geri çekilme” biçimidir. Salvador Minuchin’in yapısal aile kuramı,
sessizliğin genellikle sınırların ya çok katı ya da çok geçirgen olduğu ilişkilerde ortaya
çıktığını söyler. Katı sınırlar bireyleri duygusal olarak uzaklaştırır, aşırı geçirgen sınırlar ise
bireyselliği yok eder. Her iki durumda da sessizlik, aslında “kendimi korumam gerek” diyen
bir iç sesin dışa vurumudur.
John Gottman’ın tanımıyla bu durum “duvar örme”dir (stonewalling). Kişi, duygusal yükten
kaçmak için konuşmayı durdurur, geri çekilir. Ancak bu geri çekilme kısa süreli bir
savunmadır; uzun vadede güveni, şefkati ve bağı zedeler.
Çözüm Sessizliğin İçindedir…
Sessizlik bir sorun değil, bir sinyaldir. Sessiz kalan kişi genellikle anlatamadığı bir duygunun
içinde sıkışır: Korku, değersizlik, hayal kırıklığı ya da görülmeme hissi... Bu noktada, ilişkide
en sağlıklı adım “sessizliği anlamaya çalışmak”tır. Bir partner sustuğunda, diğeri şu soruyu
sormalıdır: “Bu sessizliğin altında hangi duygu var?” Bu soru, yargılamayı değil, anlamayı
davet eder. İşte bu fark, ilişkinin yönünü değiştirir.
Birçok kişi, çocuklukta sessizliğin korunduğu, duyguların konuşulmadığı ailelerde
büyümüştür. Bu durum, yetişkinlikte de “duygularla değil, susarak baş etme” biçimini
sürdürür. Terapi sürecinde bireylerin, bu öğrenilmiş sessizliği fark etmeleri; kendi
ilişkilerinde duygusal alan açabilmeleri için ilk adımdır.
Sessizlik Bir Bitiş Değil, Bir Çağrıdır
İlişkilerde sessizleşmek, bir bitiş değil; bir çağrıdır. Bu çağrı, “beni duy, beni anla, benimle
yeniden temas kur” diyen bir iç sesin ifadesidir.
Konuşmak kadar duymak da ilişkiyi iyileştirir. Çünkü bazen en güçlü bağ kelimelerle değil,
duymayı seçmekle kurulur.
Unutmayın, her sessizliğin içinde bir cümle gizlidir: “Beni gerçekten duyuyor musun?”