Hayatın en zor sınavlarından biri, geçmişle kavga etmeyi bırakmaktır. Hepimizin aklında “Keşke şunu da şöyle yapsaydım” dediği anılarımız vardır. İnsan, geçmişe dönüp bakınca pişmanlıklarını görür ve çoğu zaman kendi içinde savaşa tutuşur.
Oysa bu savaşın kazananı olmaz. Çünkü geçmiş, artık değiştiremeyeceğimiz bir alandır!
Bazı ekollerde geçmişin derinliklerine inilir, çocukluğun izleri, bilinçaltının karanlık noktaları didiklenir. Bunun elbette kıymeti vardır, fakat hayata öyle bakmayanlar da vardır. Geçmiş, ne yaşandıysa hâlâ bizim bir parçamızdır. İyisiyle kötüsüyle, acısıyla sevinciyle, yanılgısıyla öğrenilmiş dersiyle… Hepsi bugünkü bizi var eden taşların bir parçasıdır.
Bu yüzden geçmişle kavga etmek veya onu deşmek değil, onu kabul etmek önemlidir.
Kabul, çoğu insanın sandığı gibi pes etmek değildir. Kabul, “Benim gücüm bu noktaya kadar” diyebilmektir. Kendini yormamayı seçmektir. Kalbinin yükünü biraz olsun hafifletmektir. Çünkü ne kadar direnirsen diren, geçmiş değişmez; ama bugünün, geçmişe nasıl baktığınla şekillenir.
Maneviyat bize burada güçlü bir kapı açar. Olan olmuştur, artık geri çeviremeyiz. Ama her yaşananın insana bir şey öğrettiğine inanmak, işte kalbi orada hafifletir. Belki de o zamanlar anlam verilemeyen bir olay, bugün bizi biz yapan gücün kaynağıdır. Bazen en büyük düşüş, insana yeniden doğrulmayı öğretir.
Kabul, insanın kendi hayatıyla barış yapmasıdır. “Evet, böyle yaşadım ve bu da benim bir parçam” diyebilmektir. Bu barış gerçekleştiğinde, insan bugünü kucaklamaya hazır hale gelir. Çünkü geçmiş düşman değil, hikâyemizin satırlarıdır. Ve her satır, bir şekilde bizi buraya getirmiştir.
Bazen en büyük cesaret, geçmişi affedip bugüne selam vermektir!