Jung der ki: Hepimizin kişisel bilinçdışı var ama bir de ortak bir “hafıza bankamız” var. Tüm insanlığın tarih boyunca biriktirdiği imgeler, semboller ve arketipler bu kasada saklı. Bu yüzden farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda yaşamış insanlar birbirlerini hiç tanımasalar da aynı düşleri, aynı sembolleri üretebiliyorlar.
Birkaç ilginç örnek:
• Gölge Arketipi: Hepimizin içinde karanlık, görmek istemediğimiz bir yan var. Masallardaki cadılar, filmlerdeki kötü karakterler, hatta rüyalardaki ürkütücü figürler… Hepsi gölgeyi temsil ediyor.
• Büyük Sel/Tufan Hikâyesi: Nuh’un Gemisi sadece Tevrat’ta değil, Mezopotamya mitlerinde, Hindistan’ın kutsal metinlerinde ve Orta Amerika efsanelerinde de var. İnsanlığın ortak bilinçdışından taşan bir imge adeta.
• Rüyalardaki Evrensel Semboller: Bir yılanın rüyada belirmesi farklı kültürlerde farklı yorumlansa da, genelde gizem, tehlike, aynı zamanda da dönüşüm anlamını taşır. Kimse bize öğretmez; bu bilgi içimizden gelir.
• Anne Figürü: Şefkatli ve koruyucu yanıyla Mary figürü Hristiyanlıkta, Kibele Anadolu mitlerinde, Durga Hinduizm’de karşımıza çıkar. İsimler değişir ama imge hep aynı kalır.
Beni en çok etkileyen tarafı şu: Kolektif bilinçdışı, bize hepimizin aynı hikâyenin kahramanları olduğunu hatırlatıyor. Modern dünyada farklı ülkelerde yaşasak da, farklı dillere konuşsak da, derinlerde aynı korkuları, aynı umutları ve aynı sembolleri taşıyoruz. Yani aslında bir bakıma hepimiz birbirimizin rüyasına misafiriz.