Şöyle düşünün: İlk insan topluluklarında tek başına yaşamak mümkün değildi. Avcılık, toplayıcılık, barınma, korunma… Hepsi işbirliği gerektiriyordu. Dolayısıyla paylaşan, yardımlaşan, birbirine omuz veren bireyler daha avantajlıydı. Ve bu eğilim, kuşaktan kuşağa aktarıldı.
Nitekim, psikolog Michael Tomasello’nun araştırmaları gösteriyor ki, daha 2 yaşındaki çocuklar bile yardıma ihtiyaç duyan birine yöneliyor. Henüz ahlak kurallarını öğrenmeden, kültürden etkilenmeden… Bu bize şunu düşündürüyor: Belki de yardımlaşma dürtüsü, içimizde çoktan var.
Adalet Duygusu Nereden Geliyor?
Birine haksızlık yapıldığında neden öfkeleniyoruz? Sadece kültürel öğrenme mi, yoksa daha derin bir şey mi?
Primatolog Frans de Waal ve Sarah Brosnan’ın ünlü bir deneyini hatırlayalım: Kapuçin maymunlarına aynı işi yaptırıyorlar, ama birine üzüm, diğerine salatalık veriyorlar. Üzüm alan keyifle yerken, salatalık alan maymun öfkeyle yiyeceği fırlatıyor. Yani adalet duygusu, sadece insanlara özgü değil. Belli ki evrimsel geçmişimizde, eşitlik ve hakkaniyet önemli bir rol oynamış.
İyilik Yapınca Neden İyi Hissederiz?
Şöyle bir deneyim yaşamışsınızdır: Birine yardım edersiniz ve içiniz sevinçle dolar. Bu aslında tesadüf değil. Nörobilim diyor ki, iyilik yaptığımızda beynin “ödül merkezi” aktive oluyor. Yani yardım etmek, biyolojik olarak da haz veriyor. Atalarımızın dünyasında bu mekanizma, işbirliğini cazip kılan bir “ödül sistemi” gibiydi.
Biyoloji mi, Kültür mü?
Elbette bütün bunlar, ahlakın sadece biyolojiden ibaret olduğu anlamına gelmiyor. Dinler, yasalar, kültürler, aile değerleri… Hepsi ahlakı şekillendiriyor. Ama şu ihtimali düşünmek heyecan verici: Biz zaten en başından beri “ahlaka yatkın” yaratıklarız. Belki de iyilik yaptığımızda içimizin ısınmasının sebebi bu; milyonlarca yıl önce şekillenen ortak mirasımız.