Hayatın kendisi aslında büyük bir ormana benzer. Kimimiz bu ormanda dolaşır, kimimiz keşfe çıkar, kimimizse bazen hiç beklemediği anlarda derin bir çukura düşer. Kimi bu çukurdan çıkacak gücü kendinde bulur, kimi ise umutsuzluğa kapılıp vazgeçer. İşte tam da böyle bir durumu anlatan bir kurbağa hikâyesi vardır ki, derslerle doludur.
Bir grup kurbağa ormanın içinde gezinirken, iki tanesi aniden derin bir çukura düşer. Çukur o kadar derindir ki, yukarıdan bakan diğer kurbağalar bile manzaraya inanamaz. Hemen çukurun başına toplanırlar. İlk söyledikleri söz, içlerindeki karamsarlığın dışa vurumudur: “Buradan çıkmanız imkânsız. Boşuna uğraşmayın.”
Düşen iki kurbağa ise başlangıçta pes etmeyi düşünmez. Zıplar, sıçrar, tekrar tekrar denemeye koyulurlar. Yukarıdakilerin sözleri ne kadar acı verici olursa olsun, içlerinde hâlâ bir umut ışığı vardır. Fakat ormandaki diğer kurbağalar ısrarla aynı şeyleri tekrar eder: “Çıkamazsınız, kurtuluş yok, boşuna çabalıyorsunuz.”
Bir süre sonra, çukurdaki kurbağalardan biri bu sözlere kulak verir. İçindeki inanç kırılır, çabaları azalır ve kaderine razı olur. Pes eder. Çünkü o, dostlarının seslerinde gerçek bir uyarıdan fazlasını duymamış, yalnızca vazgeçme telkini almıştır. Onun için çukur, yaşamın bittiği yerdir artık.
Ama diğer kurbağa farklıdır. O, diğerlerinin söylediklerini hiç umursamazmış gibi görünür. Ne kadar “Boşuna uğraşıyorsun!” deseler de, o durmadan denemeye devam eder. Her başarısız zıplayışın ardından yeniden dener. Bir yandan nefesi tükenir, bir yandan gücü azalır. Ama içindeki kararlılık, dışarıdan gelen tüm olumsuzlukların önüne geçer.
Çukurun etrafındaki kurbağalar giderek daha sert, daha yüksek sesle bağırmaya başlar: “Artık vazgeç! Zorlama kendini! Ölümü kabullen!” Fakat o kurbağa tüm gücünü toplayarak bir sıçrayış yapar… ve mucize gerçekleşir. Bir anda çukurun kenarına tutunur, tırmanır ve nihayetinde özgürlüğüne kavuşur.
O an sessizlik çöker. Diğer kurbağalar şaşkınlık içindedir. Çünkü biraz önce “imkânsız” dedikleri şey gözlerinin önünde gerçekleşmiştir. Merakla ona yaklaşırlar ve sorarlar:
“Bizim söylediklerimizi duymadın mı? Neden hâlâ denemeye devam ettin?”
O kurbağa ise gülümseyerek cevap verir: “Ben sağırım. Siz bağırırken, aslında beni teşvik ettiğinizi sandım. Seslerinizi destek olarak algıladım. Sizin çığlıklarınızı, bana ‘devam et, başarabilirsin’ diye verilen cesaret sözleri gibi duydum. İşte bu yüzden hiç vazgeçmedim.”
Hikâyenin Ardındaki Gerçek
Bu basit görünen kurbağa hikâyesi, aslında yaşamın derin anlamlarını barındırır. Hepimiz hayatın bir noktasında çukurlara düşeriz. Kimi zaman işimizde, kimi zaman aile hayatımızda, kimi zaman da içsel dünyamızda. Bu çukurlardan çıkmak için denemeye başladığımızda, etrafımızdaki insanların sözleri çok önemlidir.
Bazen bize “imkânsız” diyenler olur. Çabalarımızı küçümseyenler, başarısızlıkla damgalayanlar, yılmamız için ısrar edenler çıkar. Eğer onların seslerini fazla dikkate alırsak, pes etmek işten bile değildir. Ama eğer o sesleri farklı bir şekilde yorumlamayı öğrenirsek, belki de o sözler bir motivasyon kaynağına dönüşebilir.
Kurbağanın sağır olması, aslında bize hayatın en güçlü derslerinden birini verir: Kimi zaman kulaklarımızı olumsuzluklara kapatmalıyız. Çünkü her söz, her yorum bizim için yol gösterici değildir. İnsan, bazen başkalarının söylediklerini duymayacak kadar kendi hedeflerine odaklanmalıdır.
Sonuç: Umudu Duyabilmek
Hikâyenin sonunda kazanan, çukurdan çıkan kurbağa değil aslında; kazanan, umudunu kaybetmeyen iradedir. Bu hikâye bize şunu hatırlatır: İnsan, çoğu zaman sınırlarını başkalarının sözleriyle çizer. Oysa asıl sınır, kendi zihninde kurduğu duvarlardır.
Kimi zaman başkalarının sözlerini yanlış anlamak bile doğru bir sonuç doğurabilir. Önemli olan, o sözleri bizi aşağıya çeken zincirler olarak değil, yukarıya taşıyan basamaklar olarak görebilmektir. Belki de hayatın sırrı, sağır bir kurbağa gibi gerektiğinde sadece kendi kalbimizin sesini duymaktır.