“Kendini gerçekleştirme” kavramı ilk kez 1940’larda hayatımıza Abraham Maslow ile dahil oldu. Maslow insanların ihtiyaçlarına yönelik bir piramit oluşturdu. Bu piramitte karşılanması gereken ilk ihtiyacımız beslenme ve barınma; orta kısımda ise aidiyet, bağlanma ve sevgi gibi kavramlar varken, en üstte “self-actualization” yani “kendini gerçekleştirme” ideali yer alıyordu. Buradaki kırmızı bayrak ise “kendini gerçekleştirmekten” kastı “en iyi versiyonun olmak” değil, potansiyelini içsel olarak, doğal bir süreçte yaşama dökebilmekti. Özetle Maslow kişisel dönüşümün bir başarı değil “anlam” üzerine kurulu olması gerektiğine dayandırdı.
1970’lerden itibaren Avrupa’da kişisel gelişim endüstrisi yükselmeye başlayınca bu kavramlar yeniden şekillendi diyebiliriz. Özellikle Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinden alınan kavramlar; reklamlarda, motivasyon cümlelerinde ve bu işi sektöre dönüştüren birçok insanın dilinde yer almaya başladı. Bu cümleler çoğunlukla şu şekildeydi: “Kendinin en iyi versiyonunu bul”, “Potansiyelinin %100’ünü kullan!”, “Hiç durmadan kendini geliştir”. Aslında bakarsak bugün içinde bulunduğumuz dünya da aynı ideoloji üzerinde fikir birliği sağlamış halde. Özellikle Amerika’da başlayan bu görüş bir farkındalığın ötesine geçerek başarının ve benliğinin tek tanımı “performansındır” şeklinde evrildi.
Carl Rogers gibi Hümanist psikolojinin kurucularından olan psikologlar “koşulsuz kabulü” savunurken, onların fikirleri medya ve reklamcılık tarafından “kendine inanırsan, her şeyi yapabilirsin” şeklinde basite indirgendi. 1980’lerde pozitif psikoloji ve New Age gibi akımlarla birlikte “kendini sev, her zaman güçlü ol, evrene daima pozitif enerji gönder” gibi yaklaşımlarla bir sektör haline getirildi adı da “Mutluluk Sektörü” oldu.
Şu anki Sosyal medya çağında ise bu kültür “wellness”, “kişisel gelişim”, “verimlilik” ve “hep başarılı olmak” içerikleriyle birleşti. Buraya kadar mükemmel olma baskısının kısaca nasıl ve ne zaman çıktığına değindik şimdi ise bunlar bizi nasıl etkiliyor bakalım.
Aylık ve haftalık oluşturduğunuz planlarda birkaçını eksik bırakıp tamamlanmamış gibi gözüktüğünde ne hissediyorsunuz? Ya da kışlık alışveriş listesindeki tüm kıyafetleri alamadığınızda? Peki sandığın kadar mükemmel olmadığını fark ettiğinde ne oluyor?
Biraz daha erken uyanırsanız, biraz daha fazla okursanız ve birkaç şey daha fazla alırsanız muhtemelen kişisel gelişim süreciniz hala tamamlanmamış olacak çünkü bu konunun mihenk taşı niteliğinde problemi şu;her zaman iyinin daha iyisi vardır ve biz bu iyiye ulaşmaya çalışırken kendimizden bir şeyler eksilterek ya da ekleyerek o kadar az özgün hale geldik. Şu anki kültürün olmak istediğimiz kişiye dönüştürmeye çalıştığını anladığımızda, yapmamız gerekenleri bırakıp asıl yapmak istediğimiz şeyleri yapabiliriz. Sizler de giyinmiş olduğunuz beklentilerden ve mecburiyetten ibaret olan ceketi çıkartıp dolabınızdaki size en uygun olan kendi ceketinizi giyebilirsiniz.
Bu yazıyı Anne Boyner’in Hüsne uğramış kaderin el kitabından bir sözle tamamlamak istiyorum; “Bizi denemekten bile alıkoyan yetersizliği içimizde büyüttüğümüzü, kapitalist onayın tüm acımasız ve döngüsel koşulları altında; hasta, bunalımlı ve hareketsiz hale geldiğimizi, sahiden istesek bile bir şeyleri bir türlü yapamadığımızı anlıyoruz”
Sevgilerle